Türkiye Basını Suriye’deki Alevi Katliamını Nasıl Gördü?

Deneyimli gazeteci Musa Özuğurlu, HTŞ yönetimi altındaki Suriye’deki Alevi katliamının Türkiye’deki basında ne şekilde yer aldığına dair soruları yanıtladı.
İSA UĞUR ERDOĞAN
Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve beraberindeki ittifak güçlerinin 8 Aralık 2024’te BAAS kontrolündeki Suriye’de yönetimi ele geçirmesinden bu yana başından beri oluşan soru işareti; yeni yönetimin ideolojik ve siyasi alt yapısının, Suriye toplumunu oluşturan farklı kesimlere yönelik tasarrufunun ne olacağı yönündeydi. Bu sorunun cevabı, birçok ülkenin terör listesinde yer almasına rağmen tanımak için sıraya girdiği yeni yönetimle ilişkiye giren veya yıllardır süren savaşın tarafı devletler değil Aleviler, Dürziler, Ermeniler, Hristiyanlar, Kürtler, Türkmenler ve bu kesimlerle arası iyi olan seküler-laik Sünniler’i ilgilendiriyordu.
6 Mart Perşembe günü, HTŞ yönetimine bağlı güçlerin, Cebele kasabasında pusuya düşürülmesi sonrasında verdiği 13 kayıp, ağırlıkla sahil bölgesindeki Lazkiye ve Tartus’ta yaşayan Arap Alevilere yönelik katliama dönüştü.
Londra merkezli muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) verilerine göre, çoğunluğu Alevi 1700 kişi öldürüldü. Yine Suriyeli insan hakları savunucuların kurduğu İnsan Hakları ve İnsani Takip Komitesi ise katledilenlerden kimliği belirlenebilen insanların sayısının 2 bin 246 olduğunu açıkladı. Öte yandan katliam tarihi 6-10 Mart olarak belirtilse de sonraki günlerde de bunun devam ettiği, yeni toplu mezarların bulunduğu ve kadınlara yönelik kaçırma olaylarının gerçekleştiğine yönelik iddialar paylaşılmaya devam ediyor.
Suriye gündemi, bir zamanlar sıkça zikredilen “Arap Baharı” adı verilen çatışmaların başladığı tarihten bu yana Türkiye’yi de birçok açıdan etkiledi. Son yaşananların ise daha öncekilerden farklı bir yönü var: Suriye’de katliama maruz kalan Arap Alevilerin Türkiye’dekilerle kan bağı mevcut ve yaşananlar ülkemizdeki benzer konulu toplumsal hafızayı da canlandırıyor.
Peki, katliamın Türkiye kamuoyuna medya tarafından nasıl aktarıldı? Katliamın İlk günlerinde Suriye gündemini takip eden az sayıdaki gazeteciler bireysel sosyal medya hesaplarından, uluslararası insan hakları örgütleri ve Türkiye'deki Alevi örgütlenmeleri yaşananları bir şekilde anlatmaya çalıştı.
Ancak farklı yayın politikalarına sahip haber mecralarından aktarılan; yeni yönetimin ve diğer ülkelerin yaptığı açıklamalardan yola çıkarak, yaşananların “Esad artıklarına yönelik bir hareket, mezhepçi gerilim, Alevilerin eski yönetime verdikleri desteğin sonuçları” gibi sivillere yönelik saldırıları öteleyen, meşrulaştırmaya çalışan, failleri belirsizleştiren hatta açıktan nefret suçu denilebilecek içerikler oldu.
“ALEVİLERİN ESAD YÖNETİMİ ZAMANINDA İŞLENEN HERHANGİ BİR SUÇ VARSA, BUNA ORTAK OLDUĞU ALGISINI YARATIYORLAR”
Alevilere yönelik saldırıların Türkiye’deki haber mecralarında nasıl yankılandığını, Suriye’de de görev yapmış, Orta Doğu’ya dair haberler veren deneyimli gazeteci Musa Özuğurlu’ya sorduk.
Colani adıyla bilinen Suriye geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Ahmet Eş-Şara ve HTŞ’nin Suriye’de yaşananlara yönelik uluslararası kamuoyuna yansıtmaya çalıştıkları, ‘rejim artıklarına yönelik operasyon’ söyleminin Türkiye’de yayın yapan medyanın büyük bölümünde kabul görmesini değerlendirmesini istediğimiz Özuğurlu, iktidarın Suriye’ye yönelik politik tutumunun iktidara yakın medya tarafından rehber alındığını belirterek:
“Böyle bir anlatımı yeğliyorlar. Çünkü yaptıkları katliamlara bir zemin hazırlamak gerekiyor, bir meşruiyet kazandırmaya çalışıyorlar. İntikam saldırısı olduğunu ifade ediyorlar. Halbuki intikam ifadesi daha önceden suç işlemiş olan birisine, ya da suç sayılır ya da sayılmaz ayrı bir konu, size karşı bir hareket içerisinde olan birisine olacak bir şey. Dolayısıyla zımnii olarak zaten Suriye’deki Alevilerin Esad yönetimi zamanında işlenen herhangi bir suç varsa, buna doğrudan ortak olduğu algısını yaratıyorlar.
Bir de rejim artığı yalanı gibi bir takım şeyler var. Halbuki rejim artığı ancak şuna denilebilir: Üst düzey subaydır, üst düzey istihbaratçıdır, hatta istihbaratçıdır… Bunların ayrımını yapmıyorlar. Çünkü bunu meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Birincisi Alevilere yönelik katliamı meşrulaştırmaya çalışıyorlar. İkincisi kendileri böyle bir zemin üzerinden devletleşmeye, meşrulaşmaya çalışıyorlar uluslararası alanda. Yani otorite kurmaya çalışıyorlar” dedi.
“İŞLEDİĞİ KONUDA KÜLTÜR SAHİBİ GAZETECİ KALMADI”
Öte yandan yurt dışındaki gelişmelerin kaynak ayrımı yapılmadan çeviri marifetiyle servis edilmesinin sonucuna dikkat çeken Özuğurlu; “Medyamızda bu hastalık uzun zamandır vardı. Bu tür olayların, gelişmelerin yansıtılması ile ilgili bir rahatsızlık vardı. Birincisi dış habercilik kalmadı, çoktan gitti. İkincisi medyamızda alışkanlık oldu. Dışarıdan çeviriyorlar: Reuters’tan, AFP’den veya Associated Press’ten çeviriyorlar veya bir takım Arap dünyasından, bunlar; İhvancı olabilir, Esad’a karşı olabilir, Suriye’ye karşı olabilir, cihatçı olabilir… Bir takım basından çeviri yapıyorlar.
İkincisi ağır bir ifade biliyorum ama maalesef çok cahilane bir gazetecilikle karşı karşıyayız. İşlediği herhangi bir konuda kültür sahibi gazeteci kalmadı. Bu nedenle de Suriye onlara çok uzak, çok yabancı. Ve ne söyleyeceklerini, nasıl bakacaklarını bilmiyorlar” değerlendirmesi yaptı.
“ESKİ YÖNETİM NE YAPARSA YAPSIN BİLDİKLERİ HALDE İNANMAMIŞ GİBİ YAPIYORLARDI”
HTŞ’nin açıklamalarının basında hızla ve neredeyse hiçbir müdahale olmadan yer verilmesiyle Beşar Esad döneminde yapılan açıklamaların neredeyse hiç yer verilmemesi arasındaki farkın nedenini sorduğumuz Özuğurlu, “Eski yönetim hiçbir zaman için Batı’yla uyumlu olmadı. Emperyal olanla, sömürgen olanla uyumlu olmadı Dolayısıyla eski yönetim ne yaparsa yapsın bildikleri halde inanmamış gibi yapıyorlardı. Bu bir inkarcılıktı.
Diğer taraftan baktığımızda bunlarla neden bu kadar çabuk uyum sağladılar? Çünkü bunlar şu an istedikleri her şeyi yapabilecek durumdalar. Bir şekilde zımni bir işbirliğinden bahsediyoruz. Buna siyasal İslam deniliyor yanlışlıkla, “Siyasal Sünnizmdir” bu. Siyasal Sünnilikle Batı sermayesi hiçbir zaman kavga etmedi. Dikkat edin Körfez ülkelerine de, Ortadoğu coğrafyasına da bakın hiçbir zaman aralarında sorun olmamıştır. Tek istisnası 1973 petrol krizi zamanıdır. O da racona aykırı davrandığı için Suudi Arabistan kralını öldürmüşlerdir. Bu kadar keskindir bu iş. Dolayısıyla şu anda Batı’nın Colani ile herhangi bir hesabı yok. Onlar için tek bir şey var: Trump’un son gezisinde görüldüğü gibi para başka bir şey değil. Kendi çıkarları yani. Bunu da verecek olan ve kendi genel İsrail’le ilgili, Ortadoğu ile ilgili politikalarına evet diyecek ve kolaylaştıracak olan da elbette ki HTŞ, dolayısıyla onlara kolaylıkla inanırlar” görüşünü ifade etti.
“MUHALİF BASINDA FİKRİ TAKİP VE SÜREKLİLİK YOK”
Özuğurlu, “Muhalif yayın yapan medya kurumları bu konuda yaptıkları haberler okuyucu-izleyici için yeterli oldu mu?” sorumuza ise buradaki eksik gördüklerini şu şekilde anlattı:
“Muhalif basının yaptığı haberler tam olarak olmasa da etkili oluyor. Ancak muhalif medyanın da bir hastalığı var: Bir süreklilik yok, fikri takip yapmıyorlar. Çünkü mesela Suriye’de ilk günlerde katliamlar olduğu, benim de içinde olduğum bir grup gazeteci tarafından ısrarla dile getirildikten sonra görülmeye başlandı. Fakat çabuk sönümlendi. Çünkü gündem çok çabuk değişiyor ve değiştiği için de muhalif basında ister istemez o gündemi takip ediyor. Yani onlarda da bir gündem sorunu var, neyin haber olarak görülmesine dair bir sorun var. Çünkü onlar da reyting almak zorundalar. Bunu da söylemek lazım. Çalıştığım kanal için aynı şeyi söylemiyorum. Biz ısrarla her gün bu haberleri görmeye devam ediyoruz. Ama genel olarak baktığımız zaman böyle bir eksik var.”
“BİR ZAMANLARIN EFSANE DIŞ BASINCILARI YOK”
Haber merkezlerinde çok sık iş gücü hareketliliği gerçekleşiyor, dış haber servisleri ya az sayıda gazeteciden oluşuyor veyahut hiç yok. İş yükü ve hız önceliği de eklendiğinde Suriye ve Ortadoğu konusunu özellikle takip etmeyen veya bilgi kaynağı olmayan gazeteciler de bunu bir şekilde işlemek durumunda kalıyor. Bunun okuyucuya ve gazeteciliğe yansıması ne oluyor?
“Dış basın kalmadı artık Türkiye’de maalesef. Artık şöyle bir kolaycılık var: Uluslararası ajanslardan çevirip haberi yayınlamak. Artık incelemiyor insanlar. Bugün Hindistan- Pakistan arasında bir kavga varsa; acaba bu neden oldu, Keşmir neresidir, aralarındaki su anlaşması nasıl bir anlaşmasıdır, neden ihtilaf halindeler, tarihlerinde ne var, bu ülkeler destekleyen ülkeler neden bunu yapıyorlar, İmran Han kimidir, ne zaman devrilmiştir, Şahbaz Şerif ne zaman iktidara gelmiştir Pakistan’da, Erdoğan daha önce kimi destekliyordu, sonra kimi destekledi, Erdoğan neden Hindistan’la ilişki kurmuyor, Türkiye’nin neden bir ilişkisi yok? Bunların hiçbir ayrıntısına girmiyorlar artık, umurlarında değil. Sadece ‘Pakistan üç uçak düşürdü, Hindistan beş bomba attı…’ haberciliğin bu olduğunu düşünüyorlar ve bu düzeye inmiş durumda.
Görsel çok önemli artık böyle bir zamanda yaşıyoruz. Bilgi kırıntısını verdikleri zaman yeterli olduğunu düşünüyorlar. Suriye için de aynı durum geçerli. Ben orada uzun yıllar görev yaptım. Çok yakın arkadaşlarım da dahil olmak üzere, dış haberler veya büyük gazeteler içerisinde o kadar çok cahil vardı ki, cahilden kastettiğim Suriye konusunda, elbette onlar da birçok konuda iyiler. Ama bilmiyorlardı. Bu bir suç değil giderilecek bir eksik. Fakat böyle bir şeye de kalkışmıyorlar. Dolayısıyla dış habercilikte de bir özen olmadığını görüyoruz. Bir zamanların efsane dış basıncıları yok. Gazetelerden asıl başladı bu hastalık, televizyonlarda zaten gazetecilik alt yapısı neredeyse oluşmadığı için oralarda oluşmadı ki daha sonra bozulsun.”